Gökalp Baykal- Nadide Baykal
Müzik öncelikle bir iletişim aracıdır. Müzisyen müzik yapar, en azından bunun böyle olduğunu iddia etmek çok yanlış bir saplantı sayılmaz. Burada “müzisyen” sözcüğünün altında besteci, söz yazarı, çalgıcı (enstrüman çalan), şarkıcı, aranjör gibi müzik insanlarından söz ediyoruz (müzik adamı demekten kaçınarak); biz ağırlıklı olarak şarkı yazarı üzerinde duracağız yani sözü müziği ve düzenlemeyi birlikte kotaran, aynı zamanda icracı da olan müzisyenden… Ancak “müzik yapmak” gibi genel bir ifadenin alt başlıklarına doğru kısa bir yolculuğa çıktığımızda, ilk anda müzisyenin ürettiği ürünün dinleyiciye (son kullanıcıya?) ulaşmasının, müzik sanatının dışında hatta ötesinde bir süreç olduğu da açıkça görülür. Bu yazıda müziğe ve müzisyenin üretim sürecinde teknolojiden yararlanmasına olabilecek en özet biçimde değineceğiz.
Müzik
Müziğin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir; nasıl bugünün insanını tarihinden soyutlayarak tanımlamak ve değerlendirmek mümkün değilse, müziği de tarihinden bağımsız anlamak ve irdelemek mümkün değildir. Müzik insanlığın gelişimine paralel bir gelişim izlemiş ve insanların günlük yaşamında olduğu kadar toplumların kültürlerinde de her zaman belirgin bir yeri olmuştur. Bugün dinlediğimiz müzik öncelikle insanın evriminin ve binlerce yıllık kültürünün bir parçasıdır. İnsanlık konuşma dilini geliştirmeden önce iletişim için sesleri kullanmıştır; bu açıdan bakılırsa müziğin dünya üstündeki en eski dil olduğu söylemek çok da yanlış olmaz. İnsanlık tarihi boyunca müziğe baktığımızda ise din ve kültür birliği gerektirmeksizin kitlelere ortak duyguları hissettiren, coşku ve hüzün veren tek uluslararası dilin müzik olduğunu görürüz. Kaldı ki insanoğlunun uzaya sürekli müzik yayını yaptığını ve bu yolla evrende var olan diğer uygarlıklarla iletişim kurulmaya çalıştığını anımsarsak, müziğin sınır tanımaz bir evrensel dil olduğunu kabul etmemiz gerekir. Sözle olan uzatmalı birlikteliği nedeniyle, notaların tek başına ifade edebildiğinden daha zengin bir iletişim dili haline gelen şarkı formu, farklı kültürden insanların birbirleri hakkında başka hiç bir yolla edinemeyecekleri bilgilere de ulaşmasını sağlamıştır. Bunda müziğin ve şarkının dansla bütünleşmesi gibi bir desteği de hesaba katarsak, iletişim aracı olarak müziği daha ciddiye almamız gerektiğini görürüz.
Türlerin kökenleri
Müziğin yol ayrımlarına çok kısa olarak değinmekte yarar var. Başlangıçta nasıl filizlenirse filizlensin, her kültürün müziğinde tür farkları oluşmuştur. Türler hakkında pek çok sınıflandırma yapılmış, pek çok ayrım kriteri icat edilmişse de aslında müziği genel anlamda üçe ayırabiliriz: Geleneksel, klasik ve popüler müzik. Geleneksel müzik, içerik olarak ait olduğu kültürün kimliğini yansıtan, teknik açıdan o kültürün insanlarının alışık olduğu sesleri tınıları bünyesinde bütünleştiren müziktir. Geleneksel müzikte, kesin bir zorunluluk olmamakla birlikte eserin bestecisi bile çoğu zaman bilinmez. Bunların ilk yazıldıkları haliyle günümüze kadar gelmiş oldukları bile kuşkuludur ki zaten geleneksel müzikte çarpıcı olan biraz da bu değil midir?. Aynı şarkı yüzyıllar boyunca esneklik göstererek ayakta kalabilmiştir. Klasik müzik, ait olduğu kültürün artık oturmuş ya da standartlaşmaya başlamış tınılarını karmaşık ve zengin bir yapıda bir araya getiren, olabildiğince sofistike çalgılarla icra edilen bir müziktir. Bu nedenle klasik müzik eserlerinde geleneksel öğeler yaygın olarak kullanılır. Yalnız tını olarak değil içerik olarak da bu esin kaynaklarından yararlanılır. Ayrıca klasik müzik illa da konser salonunda senfoni orkestrasıyla icra edilecek türünde yanlış anlamalara da kapılmamak gerekir. Örneğin klasik Türk müziğinin çalgıları, geleneksel Türk halk müziği çalgılarından olduğu kadar, senfonik orkestra çalgılarından büyük farklılıklar gösterir.
Popüler müziğe geldiğimizde, günümüzün iletişim müziğine de yaklaşmış oluyoruz. Geleneksel ve klasikten farklı olarak popüler müzik, günümüzün “sahipli” müziğidir. Şimdi “diğerleri sahipsiz midir” diyeceksiniz, ama burada sözünü etmeye çalıştığım sahiplenme, o müziğin belirli bir kitleye hitap etmek üzere yapılmış olmasındadır. Bu kitle bazen bir yaş grubu bazen tüm dünyanın insanları olabilir. Yerine göre sınırlı bir kitleye yönelik üretilen bir müzik, kısa sürede tüm insanların ilgisini çekebilir, ama bu durum popüler müziği üreten kişinin doğrudan kendi kimliğini ve birikimini dışa vurduğu gerçeğini değiştirmez. Tüm dünyada bilmeyenin kalmadığı Frank Sinatra’nın Strangers In The Night veya The Beatles’ın Yesterday şarkıları buna tipik örnektir. Popüler müzik, hangi alt türe girerse girsin aslında bir tüketim müziğidir. İnsanların günlük müzik gereksinimini karşılamak için üretilir. İlk duyuşta çok katı gibi gelen bu değerlendirme, günümüzde ciddi bir endüstri haline gelen müziğin düsturunu oluşturmaktadır. Buradan itibaren geleneksel ve klasik müziği konumuzun dışında bırakarak, en yaygın iletişim müziği haline gelmiş olan “popüler müzik” üzerinde durmak istiyoruz.
Popüler müzik ve yaratım
Günümüze popüler müziğin alt türleri kendi içlerinde çok geniş bir çeşitlilik yelpazesine ulaşmıştır. Bunda kuşkusuz en önemli rol sanatçıların yaratıcılıklarını sonuna kadar kullanmaları, yenilikçi arayışlardan vazgeçmemeleri, alışılagelmiş sınır ve kalıpları durmaksızın zorlamaları olmuştur. Sanatçı sınırlamalar ve kalıplar olmaksızın içinden gelen duygu ve sancıları sanatına yansıtmak ve yaratıcılığını sonuna kadar zorlamak ister dolayısıyla sanatçı için yaşam kendini en iyi ifade edeceği noktayı aramaktan ibarettir. Bu nedenledir ki bırakın müzisyeni, hiçbir sanatçı “ben artık yapacağımın en iyisini yaptım ve artık yapacağım bir şey kalmadı” diyerek üretmekten vazgeçmez; sanatçı için daha iyisini yapmanın arayışı hep devam eder.
Oysa günümüz müzisyenlerinin karşısına çıkan en önemli sorun müziğin kategorilerle tanımlanmasıdır. Üretilen her müzik eseri önce hangi tür olduğu konusunda sorgulanmakta ve üstelik eserler, bu sınırları çok da kesin olamayan kategorilere göre değerlendirilmekte ve eleştirilmektedir. Eleştiri olmasın demiyoruz ama, sonuçta sanatçının karşısına yine dizi dizi kalıplar ve sınırlar çıkmakta, bunlar yaratıcılığın önünde ciddi birer engel oluşturmaktadır. Diğer yandan giderek dinleyiciler de belli kategorilerin dinleyicileri olmakta; bu kategoriler dışında kaldığı kabul edilen diğer ürünleri dinlememekte ve kitlelerde derinlikli bir müzik kültürünün oluşması giderek zorlaşmaktadır. Yalnız popüler müziğe değil, genel anlamda müziğe bakış dar bir pencerenin ufkuyla sınırlı kalmakta, perspektifler genişlememektedir.
Müzik Endüstrisi ve Endüstri Dışı Müzik
İnsanlığın varoluşuyla birlikte gelişim göstererek ilerleyen sanat dallarının arasında, endüstri için önemli kaynak oluşturmuş dallardan biri de kuşkusuz müziktir. Hızla gelişen iletişim teknolojisi, bu iletişim aracına büyük ölçüde yardımcı olmuştur. Müzik endüstrisi varoluşunun gereği olarak tüketicisini oluşturduğu üründen maksimum kazancı elde edene ve belli bir doygunluk değerine ulaşana değin yenilikçi ürünleri saklı tutmayı yeğler. Bunun sonucu gerek dünyada gerek Türkiye’de müzik dinleyicisi birbirinin benzeri ürünlerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu şekilde oluşturulan kalıplar ister istemez sanatçıları kısıtlamakta ve gündeme gelmek isteyen sanatçıları, o dönemin müzik endüstrisince kabul gören sınırlar çerçevesinde müzik üretmeye yöneltmektedir. Müziğin bir iletişim aracı olarak düştüğü durumu kestirebiliyor musunuz?
Böylece medya ve iletişim olanaklarının artmasına karşın, endüstrinin onaylamadığı ürünlerin kitlelere ulaşamaması kitlelerin endüstrilerin beğenisiyle sınırlı kalması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Otuz yıl öncesine göre inanılmaz bir noktaya ulaşan iletişim olanakları sayesinde deneysel müzik de dahil olmak üzere kitlelere çok geniş bir yelpazede üretilen müziklerin ulaşması ve kişisel ve kitlesel beğenilerin gelişmesi dolayısıyla seçiciliğin artması beklenirken, medya ve müzik endüstrisi işbirliği ile tam tersi bir sonuç doğmakta ve beğeniler yönlendirilmekte ve seçicilik ortadan kalkmaktadır. Endüstri ve medya “halk bunu anlar, bunu anlamaz; bunu dinler bunu dinlemez” sloganı ile kitleler adına karar vermektedir. Yeni ürünler derhal “kategorize” edilerek sadece o kategorinin dinleyicisine sunulmakta ya da o kategori adıyla lanse edilmektedir. Zaten ticaret konusunda pek de bir deha sayılamayacak olan sanatçının, bu durumda boynu bükük kalmaktadır. Ürününün ticari olmadığı savıyla karşılaşan sanatçının herhangi bir yolla finansörü ikna etmesi mümkün değildir. O andan itibaren eserlerini insanlara ulaştırması için farklı yollar denemesi de zordur. Sahne yolunu denemeye kalksa bile, tanınmamış bir sanatçı için sahne, yorucu ve geliri düşük bir iştir; ayrıca yine tanınmamış bir sanatçının klüplerde kendi sunmak istediği eserleri seslendirmesi de neredeyse imkansızdır. En azından bunun yaygın bir iletişim yolu olmadığı açıktır.
Hal böyleyken doğaldır ki karşımıza endüstrinin onayladığı müzik ürünleri ve endüstrinin benimsemediği müzik ürünleri şeklinde bir ayrım çıkmaktadır. Endüstri tarafından benimsenen ürünler tüm iletişim ve medya olanaklarını kullanarak kitlelere ulaşırken, endüstrinin dışladığı müzikler endüstri dışı kısıtlı olanaklarla seslerini duyurma çabasına girmektedirler.
Underground
Burada yeri gelmişken underground müziğin çıkışı ve yok oluşuna da kısaca değinmeden geçmek olmaz. Kalıpları ve sınırları reddeden, biraz da bu nedenle endüstri içinde kendine yer bulamayan kimi müzisyenler, “olmuyor, olamıyor” paniğine kapılıp müziği bırakmak yerine, üretimlerine ağırlık vererek, dinleyicilere gece klüplerindeki konserler ve kendi korsan plak ve kasetleriyle ulaşarak yaşamlarını sürdürme yolunu seçmişlerdi. Aslında ortaya çıkışı blues ve rock and roll kadar eski olan bu davranış biçimi, özellikle 60′ların ortalarından 80′lerin başına değin müzik dünyasında kendine belirli bir yer buldu. Adı da pek hoştu: Underground. Dilimize yeraltı olarak çevirebileceğimiz bu terim, söz konusu sanatçıların yeraltı dünyası ile ilişkileri olduğunu çağrıştırsa da sanki daha çok “kanalizasyona atılmış” ve bir gün oradan çıkmayı hayal eden insanları simgeliyordu. Zaten bu insanların gerçek anlamda birer sanatçı olmaları nedeniyle, bildiğimiz anlamda yeraltı dünyasında yer almaları gerek manen gerekse maddeten olanaksızdı. Onlar müziklerini üretirken içten ve sınırsız dışavurumlarına önem veriyor, özen gösteriyorlardı. Ayrıca en büyük özelliklerinden birinin de aynı özeni icralarına göstermemeleri olduğu söylenebilir. Başlangıçta gitar ağırlıklı bir müzik olan Underground 80′li yılların ortalarından itibaren bilgisayarın müziğe girmesiyle birlikte makyajını değiştirmeye başladı. Müzik yapmak için müzisyen olunması gerekmediği gibi bir safsata da ortaya çıktı ve özellikle bir masa başında üretilen dans esaslı müziklerde patlama yaşandı.
Daha sonra Amerikalı ozan Bob Dylan’ın deyişiyle “underground giderek öldü”. Underground müzisyenler, endüstri tarafından keşfedilmeye başladılar. Sonunda bir zamanlar hiçbir şeye benzetilemeyen Underground da bir müzik türü haline geldi ki kuşkusuz bu durum özüne tümüyle aykırıydı. Daha sonra giderek evcilleşen Underground müzik de kendi içinde dallara ayrılmaya başladı ve indie, grunge, house, hiphop derken popüler müziğin alt sınıflarından biri olup çıktı. Underground endüstriyle tümüyle barıştı mı? Bunu kestirmek çok zor; ancak bilindiği kadarıyla yeryüzünde halen Underground kalan müzisyenler kendi kısıtlı ama özgün iletişim yollarını kullanarak varlıklarını sürdürüyor.
Müzikte teknolojinin kullanılması
Günümüzde her alanda olduğu gibi müzik alanında da teknoloji sürekli olarak geliştirilmekte ve kullanımı da yaygınlaşmakta. Ayrıca müziğin, teknolojiye en kolay ayak uyduran ve sürekli evrimleşen bir sanat olduğunu söylemek de pek yanlış olmaz. İlk çalgılar belki de birbirine vurulan iki tahta parçasıydı; ud gibi bir çalgının evrimi elektro gitara hatta gitar syntesizer’ına ulaştı. Piyano kuşkusuz ki icat edildiği dönemin en gelişkin makinesiydi, şimdi inanılmaz sesleri çıkartabilen syntesizer klavyeler kullanıyoruz. Gerçi yıllar sonra halen ne birbirine vurulan tahtalardan (claves) ne uddan ne de piyanodan hala vazgeçmemiz ne güzel…
Bilgisayar, her alanda olduğu gibi on yılı aşkın süredir müzik sanatında da kendini gösteriyor. Bilgisayar destekli müzik bir zamanlar yalnızca sınırlı sayıda stüdyonun ve sanatçının lüksüyken, kişisel bilgisayarların ucuzlamasıyla birlikte evlere kadar girdi. Böylece endüstriye kendini kabul ettirememiş müzisyenler, eserlerini en azından kendi başına tamamlama ve kimseye dinletemese bile eli yüzü düzgün bir şarkıyı kaydetme olanağını buldular. Bu ürünler daha sonra pazarlanmasalar da bantlara kaydedilip en azından sanatçının yakın çevresine ulaştırabilmekte. Bunun yanı sıra ülkemizde de giderek yaygınlaşan ve çok olumlu bir gelişme olarak kabul edilebilecek olan “demo kaset” olgusunu ciddiye almak gerekir. Bu arada endüstri dışı kalmış müzisyenlerin, teknolojileri geliştikçe fiyatları da aynı oranda artan kayıt stüdyoları ile yolları ayrılmaktadır ki bu müziğe bir iletişim aracı olarak baktığımızda oldukça düşündürücüdür.
Konuya bir de diğer açıdan yaklaşalım. Bilindiği gibi çok sesli popüler müzik yani artık kulaklarımızın iyice aşina olduğu müzik, genellikle pek çok müzik enstrümanının bir arada topluluklarla çalınmasıyla oluşmaktadır (tabii tek çalgıyla da çoksesli müzik yapılabilir). Tarih boyunca çok sesli müzik besteciler tarafından yazılmış orkestrasyonu yapılmış ve müzisyenler topluluğu tarafından icra edilmiştir. Dolayısıyla müziği üreten kişi müziğini kitlelere ulaştırmak için onu en iyi yorumlayacak müzisyenlere gereksinim duymuş, ürettiği müziği ancak bu şekilde kitlelere ulaştırabilmiştir, sayısız istisnaları olmakla birlikte özellikle klasik müzik eserleri için bu çoğunlukla böyledir. Yakın tarihimize gelindiğinde ve popüler müzik açısından bakıldığında ise müzisyenlerin grup oluşturarak ya da icra gruplarına dahil olarak eserlerini kitlelere ulaştırdıklarını görüyoruz (yine çok sayıda istisnaları olmakla birlikte). Ancak günümüzün teknik olanakları bestecilere canlı müzisyenler olmaksızın eserlerini son ürün olarak hazırlama ve dinleyiciye sunma olanağı vermekte. Müzik üreten kişinin amacının tüm diğer sanatçılar gibi eserinde yansıttığı duygu ve düşüncelerini diğer insanlarla paylaşmak olduğunu düşünürsek, günümüz teknolojisi müzik eserleri yapan sanatçıya bu olanağı tek başına ev koşullarında bile sağlamakta. Böylece eserlerini icra edecek müzisyenler bulma olanağından yoksun ya da bir grup oluşturma ve birlikte çalışma fırsatı olmamış müzik üreticileri eserlerini tasarlayıp çok sesli son ürün halinde insanlara ulaştırma şansını elde etmiş oldular.
Bunun yanı sıra teknolojinin bu olanakları sayesinde tek başlarına uğraş veren müzisyenlere de bu istekleri doğrultusunda sayısız kapılar açılmakta. Bu noktada “öyleyse, artık enstrüman çalan müzisyenlere gereksinim kalmamıştır” gibi bir yorum da çıkartmak tümüyle yanlış bir yaklaşım olacaktır; çünkü sanatçının tek başına teknoloji kullanarak ürettiği eser, o eseri beğenen seven hisseden tüm müzisyenler tarafından rahatlıkla icra edilebildiğinde lezzetini dışa vuracaktır. Zaten sanatçının amacı da eserini daha büyük kitlelerle paylaşmak değil midir? Ama ıslıkla ama gitarla ama mırıltıyla ama piyanoyla ama saksofonla… İşte anahtar biraz da burada gizlenmiştir; herkesle kaynaşan ve paylaşılabilen ve gerçek çalgılarla icra edilebilen bir müzik eserini, teknoloji kullanarak oluşturmak, sanıldığından çok daha zordur. Eseri yapan kişinin tüm enstrümanlara ve seslere çok hakim olması çok sesli düşünmesi ses örgüsünün bütününü kurgulaması gerekmektedir. Aksi taktirde ortaya çıkan ürün bir yapaylık maskesi taşıyacağı gibi, iyi olasılıkla kulağa hoş gelen, ancak hiçbir zaman canlı müzik enstrümanlarıyla çalınamayacak bir ürün olabilir. (Gerçi günümüzde giderek yaygınlaşan “techno” müzik biraz da bu sınıfa girmektedir, ama o tümüyle ayrı bir konudur.) Bu durumda müziğin, müzisyen açısından ne ölçüde bir iletişim aracı olarak kabul edilebileceği tartışmalıdır.
Bilgisayar destekli müziğin, çalgıcılar tarafından icra edilen müziğin yerini alması için öncelikle bilgisayarların da neşelenebilecek ve acı çekebilecek hale gelmeleri gerekir. Kahkaha atan veya ağlayabilen bilgisayar, ilk sanal müzisyen olabilir belki; ancak bunun için biraz daha zaman geçmesi gerektiği inancındayız.
Bilgisayar destekli müzik üzerine yapılan spekülasyonların tümünü bir kenara bırakıyoruz. Bilgisayar müzik üretemez; yalnızca çalınan notaların sıralarını, değerlerini, şiddetlerini aklında tutarak daha sonra geri oynatır (MIDI). Eski laternaları, kovboy filmlerindeki şeritli piyanoları hatırlayın ya da bir zamanlar misafir odalarımızı süsleyen ve kapağı açılınca ding-dong diye çalan sigara muhafazalarını; yapılan işin özde bundan hiç bir farkı yoktur. Müzisyen, müzik eserini düzenleme işini kolaylaştırmak üzere bu sıralama aygıtını programlar (sequencer). Programlama denince, haliyle bilgisayarda program yazmak anlaşılmamalı; müzisyen bilgisayarın giriş aygıtlarını veya bir MIDI uyumlu çalgı kullanarak (MIDI klavye, MIDI gitar manyetiği, drum machine vb) yalnızca müziğin notalarını ve ilgili diğer değerlerini girer. Daha sonra, bilgisayarla haberleşebilme yeteneğine sahip bir ses üretecine (synthesizer klavye, ses modülü vb) bu bilgiler yollanır; tabii yerine göre giriş ve çıktı aygıtı aynı çalgı olabilir. Üretece bağlı ses yükselticisinden de müzik duyulur; hepsi bu. Ses üretecini programlarken yalnızca notaları bilgisayar ekranına girmekle yetinmek zorunda da değiliz. Synthesizer’ın klavyesini, bir gitar synthesizer’ı veya elektronik davulu canlı çalarak da kullanabilirsiniz. Her çalgıyı ayrı bir kanalda saklayıp, gerekiyorsa partisyonlar üzerinde değişiklikler yapıp, tekrar eden bölümleri kes-kopyala-yapıştır yöntemlerinden yararlanarak şarkınızı tamamlayabilirsiniz. Bitmiş kompozisyonu bir bütün halinde dinleyebilir, kanallar arasında ses dengesini yapabilirsiniz. Eğer çok profesyonel bir sonuçta gözünüz yoksa, kafanızdaki müziği yaklaşık olarak elde etmeniz işten değildir. Çok profesyonel müziğin ne olduğu, ayrı bir tartışma konusudur. Profesyonellik ve ticari olmak sıklıkla birbirine karıştırıldığı için bu aynı zamanda sonu da olmayan bir tartışma olacaktır.
Biraz daha ileriye giderseniz, doğadan kaydedilmiş sesleri örnekleyerek birbirine kurgulama, üzerlerine efektler bindirme yoluna giderek müziğinizi zenginleştirebilirsiniz (sampling). Bir başka olanak olan kaydedilmiş canlı sesleri klavyenizin tuşlarına atama yoluyla ses kütüphanenizi zenginleştirebilirsiniz. Sesleri kaydetme ve örnekleme işlemlerini bilgisayar ortamı dışında bu işe özgü Sampler adlı aygıtlarla da gerçekleştirmek mümkün. Tümüne ek olarak bilgisayarla programlanmış çalgılar ile canlı kaydedilecek çalgı ve sesleri bir araya getirmek için ev stüdyosu (home-studio) adı verilen kaydedicilerden de yararlanılabilir. Bunların bir kısmı standart teyp kasetine üst üste kayıt yöntemiyle sesleri alan, üzerinde bütünleşik ses karıştırıcısı (mixer) da bulunan aygıtlardır. Hatta bazıları bilgisayarla eşzamanlama da yapabilmekte (syncronization) ve bu özellik artık tercih nedenidir. Bunlara ek olarak çok kanallı sabit disk kaydedicilerin (hard disk recorder) de fiyatları giderek düşmekte ve evlere girmekte. Bunlar da ses karıştırıcı ve efekt birimleriyle bütünleşik olarak piyasada yaygınlaşmakta. Her ne kadar ses kaliteleri, günümüzün donanımlı stüdyolarıyla yarış edemese bile, biraz özenildiğinde dinlenilebilir bir sonuç elde etmek hiç de zor değil. Sonuçta ev koşullarında hazırlanmış bir esere, daha sonra stüdyo ortamında müdahale etmek de son derece kolaylaşmış durumda. Eşzamanlı aygıtlar kullanıldığında, evde yapılmış bir MIDI düzenlemesini ve sabit diske alınmış sesleri stüdyodaki gelişkin aygıtlarla ve kayıt olanaklarıyla bütünleştirerek, çok daha profesyonel sonuçlara ulaşılabilir. Aslında bu yöntem günümüz müzisyenlerince yaygın olarak kullanılmaktadır. Stüdyo ve kayıt donanımları / yazılımları ile müziğin son kullanıcıya ulaştırılması tümüyle ayrı bir yazının konusu olduğu için değinmeyeceğiz.
Bu satırlarda, bir iletişim aracı olarak müzikten ve müzisyenin kendini en yalnız ve çaresiz hissettiği anlarda bile sınırlı olanaklardan yararlanarak eser verebilmesinin yalnızca bir kaç yolundan söz ettik. Diğer yollarını bulmak ise müzisyene kalmış; her müzisyenin kendine özgü değişik buluşları olduğundan eminiz.