Akşam saatleri orman henüz ürkütücü görüntüsünü almamıştı. Ben de güçlü gözlerime güvenerek, ormanın içlerine doğru ilerlemekteydim. Belki bir kaç çeşit daha meyve toplayıp, akşam yemeğimi zenginleştirebilirim diye düşünüyordum. Yalnız başıma ilerlerken aklımdan pek çok şey geçiyordu. Tabi en başta da korkularım birer birer beyin kıvrımlarımı ziyaret ediyordu. Ormanda insanı pek çok tehlike bekler. O kadar zavallı oluverirsiniz ki, kimsenin imdadınıza gelmesi bir yana, sesinizi bile duyuramazsınız. En büyük korkum, ne yırtıcı hayvanlar ne kemirgenler ne de yılanlardı, ben küçük yaşlardan beri en çok dinozorlardan korkuyordum. Akla hayale gelmeyecek öyküler dinlemiştim. Kaç arkadaşımın yaşamı bir dinozorun elinde sonlanmıştı.

Aslında dinozorlar bölünerek çoğalmak yerine parçalanarak azalmak yolunu seçmişlerdi. Bu durum, her ne kadar kendi seçimleri olarak sayılamasa bile, sonuçta sayıları giderek azalıyordu. Bunu ben de biliyordum ama, çocuklukta yer etmiş korkular kolay kolay yenilemiyor.

Dinozorun görüntüsü ilk anda ürkütücüdür. Şahsen, ilk karşılaşmamızda bayağı korktuğumu hatırlıyorum. O zamanlar, şimdiki halimden çok farklıydım, neredeyse ilgim bile yoktu denebilir. İçim ürpermişti adeta, güneş giderek dalların üzerinden uzaklaşırken, ormanın içinde tek başıma korunmasız ve silahsızdım. İki Baobap ağacının arasından sırıtarak suratıma bakıyordu. Kurumuş bitki kalıntıları üzerinde dikilmiş, bu otobur abidenin karşısında ruhsuz mağara bibloları gibi donup kaldım. Dişlerinden değil, kuyruğunun olası bir darbesinden veya üzerimden bir basışta geçmesinden korkuyordum. Yapabileceğim hiç bir şey yoktu. Kaçmanın yararlı olacağı o anda pek aklıma gelmedi doğrusu. Zaten nereye kaçabilirdim ki? Dinozor, iri gövdesinden umulmayacak ölçüde çevik ve hızlıdır. Peşinize düştüğü an, artık çok fazla şansınız kalmamıştır, ölüm biçiminiz belki farklı olabilir ama sonunuz hep aynıdır. Daha önce defalarca dinlediğim öykülerdeki gibi duruşu ve bakışları son derece tehdit ediciydi. Hele o sinir bozucu sırıtması…

Uzun süre öylece durduk. Gülüyordu adeta. Bir şeyler haykırmak istedim korkuyla. Ses tellerim, boğazıma saplanmış bir kılçığın çıkarabileceğinden daha fazla bir titreşim yaratmadı. Gülüyordu, ama üzerime bir hamle yapmaya hazırlandığı da söylenemezdi. Onu bir an olsun şaşırtmak istedim ve zar zor aklıma ilk gelen şeyi haykırdım:

“Heeey!”

Maymun ıslıklarından başka bir yanıt gelmedi sesime. Pek şaşırmışa da benzemiyordu. Onun bu durağan halinden yararlanıp gerisin geri dönüp koşarak uzaklaştım. Her yanım çizik çizik olana değin kaçtım. Tökezleyip düştüğüm bir tümseğin ardında sindim. Beklediğim olmamış, arkamdan gelmemişti. Bir an durup ortalığı dinledim. Hiç bir hareket belirtisi yoktu. Maymunlar şen şakrak ıslıklarıyla koroyu sürdürüyorlardı. Hava iyiden iyiye kararmadan kendi mağarama dönmeliydim. Yine de içimden bir ses, yeniden sırıtkan dinozorun yanına gitmemi fısıldar gibiydi. Geldiğim yönde ağaçların arasından ilerledim. Halen oradaydı. Yine o anlam veremediğim sırıtma, kocaman ağzı boyunca yayılmış duruyordu. Çıkartabildiğim bir kaç sesten biriyle ve de en etkileyicisiyle yüksek perdeden seslendim:

“Heeeeeeeeeeeeeeey!”

Ne bir ses, ne bir kıpırdanma vardı. Giderek tedirgin oluyordum. Bir yandan da ona yaklaşmak isteğimi yenemiyordum. Usulca, bir işe yarayacakmış gibi, ağaçları kendime siper ederek yaklaştım. Gülümsemesi daha doğrusu sırıtması sürüyordu. Artık ona dokunabilecek kadar yaklaşmıştım. Halen hareket yoktu. Başımı kaldırdım ve iki yüce Baobap ağacının koca dallarının birbirlerine dolanarak oluşturdukları dev örümcek ağı arasına sıkışmış duran boynunu gördüm. Testere dişli boynu nedeniyle kafasını kurtarıp geri kaçması olanaksız olduğu için, belli ki önce bir süre debelenmiş, ufak dalları kırmış ama büyüklere gücü yetmemiş, sonra son nefesini verene değin yakın çevresindeki yaprakları yemiş, bunlar da bitince giderek güçten düşmüş ve büyük olasılıkla, bir otobur için ziyafet sofrası sayılabilecek bir ortamda, yani koca ormanın içinde, yalnız başına açlıktan ölmüştü. Kimsenin gelip de onu kurtarması söz konusu değildi. Kendi türdeşleri arasında öylesine bir bağlılık ve yardımlaşma zaten hiç bir zaman olmamıştı.

Onca korktuğum bir canavarın asılı duran cesedi karşısında çok karmaşık duygular içinde kalakalmıştım. Elimde olmadan bir an gülümsedim. Halen muzip muzip bana sırıtıyordu. Belli ki ölmeden biraz önce, hazin sonunun absürdlüğü karşısında o da kendisini gülmekten alamamıştı.

Gökalp Baykal